
Hayatta Bedende Benim
Geçmişten günümüze kadınların maruz kaldığı baskılar ve istismar ortada. İş ortamında gördüğü aşağılayıcı tutumlardan tutun eve dönerken metroda yaşadığı tacize kadar birçok örnek sayabilirim. Bence yeteri kadar önemsenmeyen bir konu daha var: doğurma ya da doğurmama baskısı. Kadınlar bu baskıya hayatlarındaki herkes tarafından maruz bırakılıyor, hiç beklemedikleri bir anda bile yabancı insanlar konuyu çocuk sahibi olmaya getirebiliyor. Bu durum kişiyi toplum içinde utandırmak, kendisini eksik ve yetersiz hissettirmek, istemediği eylemlere mecbur bıraktırmak gibi sonuçlara sebep olduğu için “baskı” kelimesi yerine “istismar” kelimesi bana daha doğru bir tanım gibi geliyor.
Beni en çok şaşırtan şu ki biz toplum olarak bir istismar türünü çok normalleştirdik. Örneğin 30’lu yaşlarına gelmiş bekar bir kadına “Yumurtalıklarını dondurmalısın, ilerde pişman olursun,” tarzında bir cümleyi rahatlıkla kurabiliyoruz. O kadın çocuk sahibi olmak istiyor mu, çocuk sahibi olmak onun için ne demek bilmiyoruz. Hatta sırf evli olmadığı için kadının çocuk sahibi olmayı denemediğini varsayıyoruz. Her zaman yaptığımız gibi toplum olarak, herkesin bizim doğrularımızla hayatı yaşadığını zannediyoruz.
Aslında bu konuya başka bir pencereden daha bakabiliriz. Toplumdaki üreme baskısının sebebi belki de politik. Ülkemizde çok yaygın bir “en az 3 çocuk” söylemi var. Bu söz, sözün kurucusu ve onu destekleyenler tarafından birçok kez kullanıldı. Daha endişe verici olanı ise sadece Türkiye’de değil, her on ülkeden üçünde çocuk sahibi olmaya teşvik edici çalışmalar var. Bu durumu endişe verici olarak tanımlamamın sebebi, ülkelerin gittikçe bu “teşvik edici” politikalarını kadınları haklarından mahrum ederek bir çeşit istismara dönüştürmeleri. Örneğin kürtaj konusunda halihazırda katı kuralları olan Polonya, cenin bozukluklarının olduğu durumlarda da kürtajı yasakladı. Dünyada yönetici gücün büyük bir kısmı erkeklerin elindeyken günümüz dünyasında bu liderlerin kadın yanlısı politikalar üretmemeleri pek de şaşılacak bir şey değil. Bir araştırma, kadınların daha az çocuk sahibi olmaya karar vermesinin dünya liderlerini “ekonomik ve politik hedeflerinin” engelleneceği endişesine sevk ettiği uyarısında da bulundu. Araştırmacılar şöyle ekledi: “Doğum yanlılığı genellikle kısıtlayıcı ve ataerkil ‘aile yanlısı’ bir gündemle bağdaştırılır. Sıklıkla dini tutuculuk ve çok kültürlülükle göç düşmanlığına dayanan etnik milliyetçiliğin teşvikiyle ilişkilidir.”
Bahsettiğim teşvik edici politikalardan biri Macar lider Orban’ın dört veya daha fazla çocuk doğuran kadınların bir daha asla gelir vergisi ödemesine gerek olmayacağı sözünü vermesi. Ancak ülkemizdeki mevcut hükümetin politikası bu yönde işlemiyor. Finansal endişelerden dolayı mı bilinmez, aile destek politikaları yerine resmen üzerimizde bir suçluluk hissi yaratılarak üremeye teşvik ediliyoruz. Mesela çiftlerin ekonomik kaygı sebebiyle çocuk sahibi olmak istememeleri tamamen yok sayılarak bir “ahlaki gerileme” teorisi ortaya atılıyor. Bu ahlaki gerileme ise, açık açık bunu belirtmekten hiç çekinmiyorlar, kadınların iş hayatına atılması ve kendi bağımsızlıklarını kazanmaları. Kadının çalışması, eve bağlı kalmaması, hayatta önemsediği tek şeyin ailesi olmaması onlar için bir ahlaki gerileme anlayacağınız.
Bizler “anne olmayan kadın yarım kalmıştır,” şeklinde söylemlerde bulunan siyasi liderlerin yönetimi altında kalmış kadınlarız. Bizlere evliliğin en önemli amacının çocuk doğurmak olduğu öğretildi. Çocuk sahibi olamadığımızı öğrendiklerinde eşlerimizi başka kadınlarla evlendirmek istediler. Ne kadar denersek deneyelim doğuramadığımız için eksik olduğumuz hissettirildi. Yaşlı akrabalarımız daha küçücük bir çocukken bile doğurganlığımızı kaybetmememiz adına uyardılar bizi. Bizleri sadece bir rahimden ibaret gördüler, görüyorlar. Eğer onlara istediklerini verebilirsek değerliyiz. Bedenimize kimin, ne zaman dokunabileceğine; kaç çocuk doğurmamız gerektiğine, doğurmamamız gerektiğine, eşimizin adeta bedenimize sahip olduğunu söylüyorlar ancak erkek egemen toplum güçsüz temellere sahiptir ve elbet bir gün yıkılacaktır. Hiçbir zaman böyle gelmiş böyle gider demeyeceğiz, kendi benliğinin farkında olan kadınlar yetiştireceğiz.
Bir Yorum Bırakın.