
Kadın Haklarının Tarihçesi ve Dalga Dalga Feminizm
“Şiir kitaplarını baştan sona istila etmiş, tarihte ise adı geçmiyor. Kurmacalarda, kralların ve fatihlerin hayatlarına hükmediyor; gerçek hayatta ailesinin parmağına zorla yüzük taktığı herhangi bir delikanlının kölesi. Dudaklarından, edebiyatın en ilham verici sözcükleri, en derin duygularından bazıları dökülüyor, gerçek hayatta okuması yazması neredeyse yok, zor heceliyor sözcükleri ve kocasının malı durumunda.”
Beni uyanık tutması için hazırladığım simsiyah kahvemle beraber tam da Bridgerton’ı baştan aşağıya bitirdikten sonra yazmaya başladım. İzlediğim diziyi vurgulamamın sebebi, aslında izlerken kadınların nasıl da yüzyıllardır asla değişmeyen kurallarla beraber erkeklere bağlı yaşamak zorunda kaldıklarını bir kez daha fark etmemdi. Günümüzde de, geçmişte de yaşamış milyonlarca hemcinsim kurtuluşu bir erkekte aramakta -bu kurtuluş fikri daha küçücük yaşlarda masallar yoluyla bizlere aşılanmakta- evliliğin kutsallığını benimseyerek gerçek aşkı beklemekteydi. Bu noktada ise düşünmeye başladım: “Evlilik, biz kadınlar için bu kadar kutsallaştırılırken neden erkekler için de aynısı yapılmıyor?”
Tarihte kadın haklarından ilk defa 18.yy’da Fransız İhtilali sonrasında yayımlanan “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi”inin kadınlar dışında herkese eşitlik ve özgürlük getirdiğini fark eden kadınlar ve Olympe de Gouges tarafından kaleme alınan “1791 Kadın ve Kadın Yurttaş Hakları Bildirisi” ile bahsediyoruz. Peki ya bundan önce kadının toplumsal yaşam içindeki rolü neydi? Tarihin ilk zamanlarında insanların kadın haklarından bihaber olduğu avcı-toplayıcılıktan yerleşik hayata geçildikten sonraki dönemde kadınlar evlerinde ev işleriyle ilgilenerek, çocuk bakarak yaşamlarını sürdürmüşlerdi.
Şehir yaşamına geçildiğinde Yunan kent-devletlerinde kadınlar evlerinde ev işleriyle, dikişle meşgul olmuşlardır. “Moiralar” olarak bilinen ebeler bile günlük yaşamlarını yine aynı şekilde geçirmektelerdi. Savaş teknolojileri arttıkça erkeklerin ev dışında kalma süreleri arttığından kadınlar iyice evin içine hapsolmaya başladı.
Orta Çağ’da ise kilisenin yarattığı toplumsal düzen erkek egemen toplumu daha da beslemişti. 12. yy.da erkekler endüstrinin gelişmesiyle beraber kamusal alana girerken kadınlar daha geri planda kalmışlardı. Özellikle 15. yy.da başlayan “cadı avı” ile kadınlar haksızca yargılanmaya ve öldürülmeye başlamış, toplum hayatındaki yerleri gittikçe daha da kötüye gitmişti. 16. yy itibariyle evlilik aracılığıyla kadınlar daha çok erkeklerin egemenliği altına alınmıştı. Dönemin bakış açısında ailede evin reisinin erkek olduğu düşüncesi hakimdi.
Kadınlar kentsel ilerleme arttıkça ikincileştirilmiş ve evliliğe mahkum edilerek ataerkil bir düzenin içine hapsedilmişlerdi.
Sanayi Devrimi ile beraber endüstriyel alana daha çok giriş yapan kadınlar için ise yeni sorunlar ortaya çıkmıştı: Hem evde hem de çalıştıkları yerde işçi olan kadınların aynı zamanda erkeklerden daha az ücret alıyorlardı. Bununla beraber gelen Aydınlanma Dönemi ile kadınlar kendi haklarını kazanmak için mücadele etmeye, özellikle yukarıda bahsettiğimiz Fransız Devrimi’nden sonra yapılan etkinlikler sonucunda “birinci dalga feminizm”in başlamasına sebep oldular. Aydınlanma Dönemi ilk defa “erkek aklının üstünlüğü” düşüncesinin sorgulanmasına yol açmıştı, bu artık kadınlar için bir şeylerin değişmeye başladığı dönemdi. Birinci dalga feminizmin içinde kadınlar eğitim hakkı, seçme ve seçilme hakkı, mülkiyet konularında mücadele ederek kazanımlar elde etmişlerdi fakat yine de Aydınlanmacı Feminist Teori, kadınların özel alandaki konumunu göz ardı etmekle de eleştirilebilir. Kadının rolünün özel-kamusal alan olarak ikiye ayrıldığını göz ardı ederek annelik, evlilik ve aile kavramları üzerine düşünmemişlerdi.
1960’ların başında başlayıp 1970’lerin sonunda biten İkinci Dalga Feminizm ise feminizmin ele aldığı konuları genişletme eğilimindeydi. Anayasal hakların, vatandaşlığın, kadının cinsel özgürlüğünün ele alındığı bir dönemdi ki bugün bile hala kürtaj konusunu sıkça gündemimize almaktayız. Yapılmasının yasaklanması görüşüne sahip olan muhafazakar kesimin karşısında kendi bedensel özgürlüklerini eline almak isteyen kadınlar ve onların destekleyicileri bugün bile hala iki ayrı kutuptadırlar. İçinde yaşadığımız 2022 yılında bile hala bazı bireyler bir kadının hayatı ve bedeni hakkında belirleyici yasa tasarılarıyla onun kişisel haklarını kısıtlama yoluna gidiyorlar ki şu an ABD içerisinde gördüğümüz olay tam olarak da bu. Bu konuyu daha sonradan tekrardan detaylı bir biçimde ele alacağımızı belirtirken eklemek istediğim tek şey şu ki: Hiçkimse dünyaya bir çocuk getirmek zorunda değildir. Kişi kendini bedenen, ruhen hazır hissetmiyor olabilir ya da sadece istemiyordur. Kadınları birer üreme makinesi olarak görme zihniyetinden artık kurtulmalıyız ki kadına karşı işlenen birçok suçun temelinde de bu zihniyet yatmakta. Kürtaj kadınların doğal bir hakkıdır.
İkinci dalga feminizm, bazı yönlerden birçok soruya tam olarak cevap veremediği için siyahi ve lezbiyen feministler tarafından eleştirilmiştir. Kadını biyolojik olarak ele alan bu feminizm dalgası daha çok Batı’ya ve özellikle ABD’ye yoğunlaştığı için, beyaz öncülüğünde olduğu için oldukça eleştirilmiştir ve bu üçüncü dalga feminizmin temellerini atmıştır.
Üçüncü dalga feminizm, 1990’ların sonuna doğru ortaya çıkıp günümüze kadar etkinliğini sürdürmektedir. Kadınların farklı etnik kökenlerde ve cinsel yönelimlerde olduğunu savunan bu dalga, daha çok kuir ve beyaz olmayan kadınlara odaklanmak için Rebecca Walker tarafından terim olarak adlandırıldı.
Doğu Avrupa, Orta Doğu ülkesinde yaşayan bir kadın olarak söylüyorum ki kadın hakları konusunda kat etmemiz gereken daha çok yol var. Daha önceden Doğu ve Batı’daki kadın hakları savunucularının birbirinden ne kadar farklı şeyleri savunurken -örneğin Batı’daki bir feminist eşit maaş almak için protestolar düzenlerken hala daha Doğu’daki birçok ülkede kadınlar yanlarında bir erkek olmadan dışarı çıkamıyorlar- artık işin içinden çıkılmaz bir durumda olduğumuzu kabul etmek zorunda kaldım. Bir yerde kadınlar “namus” kavramı üzerinden katledilirken başka bir yerde -ki kendisi dünyanın en gelişmiş ülkelerinden biri olmakta- kadınların temel beden haklarından biri yasaklanıyor. Bu noktada oturup düşünmeliyiz: “Biz neredeyiz?”, “Biz nereye gidiyoruz?”. Bir kadın olarak sokakta, işte, okulda kendimi güvende hissetmediğim, “Acaba ne olur?” korkusuyla bir insanla bir birlikteliğe başlayamadığım bir dönemde yaşıyorum. Evet şu an eve hapis değilim, evet artık kendi paramı kendim kazanabiliyorum, evet artık oy kullanabiliyorum ya da bir vatandaş olarak sayılıyorum. Fakat hala tamamen özgür değilim. Kravatlı büyük adamlar bileklerimdeki görünmez prangaları çıkarmama izin vermiyorlar.
Yine de inanıyorum. Gelen ve değişen her yeni nesille bizlerin özgürlüğünün parça parça gerçekleşeceğine. Peki biz o zamanlarda yaşayabilecek miyiz?
KAYNAKÇA:
https://uliwiki.org/index.php?title=2.Dalga_Feminizm
https://dergipark.org.tr/en/pub/tsh/issue/56176/687922
http://sbmyod.selcuk.edu.tr/sumbtd/article/view/289
https://www.evrensel.net/haber/397746/gecmisten-gunumuze-kadin
Bir Yorum Bırakın.